Bu blogda ara

6 Mart 2018 Salı

Uyduruk kahve otomatı üzerinden bir vakada non-liberter pozisyonlu implicit ve unilateral sözleşme ihlâline değinilmesi




İnsanların bolca bulunduğu, sürekli farklı insanların sirkülasyon hâlinde olduğu bir bölgede, gözle görünen bir köşeye bozuklukla çalışan kahve otomatı koyun. Makineye sadece su koyup (suyun nereden geldiği de belirsiz) kahve eklemeyin, makine de içinde kahve olmayınca bile bunu algılayamayıp çalışabilen son derece uyduruk bir makine olsun. Otomat sahipleri olarak makineyi kaderine terk edin, olay yerine asla uğramayın, ortalarda görünmeyin. İnsanlar makineye bozukluk atıp kahve almak isteyince, makine yarım bardak bile olmayan ılık su versin. Makineden istediğini alamayan farklı farklı insanlar elbette bozukluklarının peşine düşmeyip mevzuyu pek de “tınlamadan” oradan uzaklaşsınlar. Sahipler olarak siz de gün sonu tenhalığında çakal sürüsü gibi sahaya inip günü kurtarın.

İnanılması güç ve kurgusal gibi duruyor; ancak bazı yerlerde uygulamaya konulmuş implicit bir sahtekârlık örneğidir bu; farklı formatlarda, yerlerde, mekanizmalarla, alet edevat ve personalarla bir şekilde işler. Bu, sözleşme ihlâli temelli implicit sahtekârlığın sadece bir örneğidir. Özünde kalabalığın ufak bedelden cayma eğilimini ve buna yönelik spontan, bir nebze de “çaresiz” konsentini kullanan ve liberter prensiple bakıldığında esasında sözleşme ihlâli yaratmak sûretiyle gayriahlâkî bir pozisyona bürünüp suç teşkil eden bir durumdur. Karşı bedel yaratır. Birbiriyle alâkası olmayan, dinamik ve sirkülasyon hâlinde yabancı kalabalıkların olması, cayılan bedelin ufaklığıyla birlikte karşı muhattabın o anlık bulunmaması neticesinde kayba implicit rıza gösterilmesi, bu tip bir sahtekârlığı ortaya çıkaran olmazsa olmaz ayaklardır.

Probleme bir bireyci-liberteryen solüsyon: ilgili makinede yaşadığınız durum sonrasında muhatabınız ısrarla yoksa makineyi uygun bir yerinden kırmak sûretiyle, “alamadığınız hizmet bedeli” olan bozukluklarınızı makineden alın, makinenin verdiği yarım bardak bile olmayan ılık suyu mutlaka çıktığı yere bırakın ve yolunuza devam edin.

İşbu yazının fokuslandığı husus sizin üç kuruşunuz değildir elbette; söz konusu problem başlı başına bir gayriahlâkîlik örneği olan unilateral sözleşme ihlâlidir. Bu case, siz farkında olmasanız bile toplum içerisinde yaşayıp yaşayabileceğiniz hemen her türden gayriahlâkî duruma benzeşim yönünden mânâ kazandırır. Bugün kahvenizi vermeyen non-liberter eğilim, yarın yatağınızdan karınızı çalar. Dikkat edin, yaşarken deneyimleyebileceğiniz sayısız default gayriahlâkî durum var ve siz bunlara rıza gösteriyorsunuz, üstelik belirli bir kısmınız bunu “hoşgörüyle” yapıyor. Yeryüzündeki ahlâken en acınası şey, suça hoşgörü göstermek ve suçluyu alttan almak, bana kalırsa. Toplumsal interaksiyonlarda ve birey-birey etkileşimlerde default savunusu gereken ahlâkî pozisyon olarak liberteryenizm, biz anarşist ve ekstrem sağ liberteryenleri bir kenara bırakalım, zihnen alt ırkların ve non-liberteryen kitlelerin dâhi ekmeğe, suya muhtaç oldukları gibi muhtaç oldukları ahlâklardan bir ahlâktır.

Lâkin, bilmezler.

10 Ağustos 2017 Perşembe

“Medet ya Devlet!” evrimciliği ve politik-dominant ideo-evrim akbabacılığı



Kitabî veya geleneksel yaradılışçıların kronik hastalıklı tutumlarını artık kanıksadım. Bir başkasına zarar vermeden kendi hâlinde yaşamaya devam etmesi salık verilen terminal dönem hasta ruhuna sahip gibi duruyorlar. Haydi "Evrimsel Yaradılış" gerçekçilerini de bunlarla aynı kefeye koymadan, yine de aynı tasnife tâbi tutalım. “Yaradılış” nosyonlu düşünceler etrafında dönenlerin önemli bir kısmının bilimsel literatürle arası pek bir iyi değil; iyi olanlar da (teolojik/teistik evrimciler gibi) nispeten daha mâkul bir pozisyona bürünüyorlar. Bunlar, çoğu noktada kendi dairelerinde kısmî tutarlı (ama hatalı) bir bakış açısı sergilemekteler. Fakat bilimsel literatür dostu olduğunu iddia eden bilhassa evrim savunucusu kanatta inşâ edilen çürük tahtalar beni rahatsız ediyor. Bunun hakkında çok fazla belirgin örnek olmakla beraber burada bugün sadece kısaca şu sıralar gündemi pek bir meşgûl eden "Medet ya Devlet!" evrimciliğinden ve kısmî politik baskın ideo-arka planından bahsedelim.

Evrimsel kuramın devletin hazırladığı eksik, öğrenme bilimlerinden uzak, zırva müfredatlar altında efektif olarak tartışılıp kavranabileceğini teoriye ve literatüre gelen saldırılar öncesinde de savunabilen var mıydı gerçekten? Hâlihazırda birikimi tarayıp, araştırıp evrim öğrenmek isteyen seçkin okurların olasılıkla son başvuracağı yöntemdir klâsik devletçi müfredattan evrim takip etmek. Evrime gelen saldırılara karşı alınan evrimci tavrın ekserîsinin somut ve olgusal bir postür eksikliği göze çarpıyor. 3D omurga yok; 2D şekil var. Model/numûne değil, temeli oynak figür yaratımı söz konusu. Bireysel-elit okur, kapitalist ekonomi ve liberal görüşler ekseninde gitgide kaliteli ve nitelikli bir hâl almış üst düzey üretimden faydalanmak sûretiyle ne devletin ortalama insan için hazırladığı müfredata gereksinim duyar ne de onun yerine kendine rıza dışı zorlama müfredatvârî destinasyon çizenlere. Kriz dönemi utilitaryenizmine, akbabacılığa, âvâm popülizmine, scientisme (bilimciliğe) veya popüler formalist evolüsyonist rollerine başvurmadan da mükemmel bir literatür takipçisi olabilirsiniz. Ama olamıyorsunuz, çünkü muhtemelen akbabalardan-leşçilerden önünüzü göremiyorsunuz. Leşçinin önünüze attığı kıç kemiğine şükür deyip tepenin üstünde götürülen etin farkına varamıyor da olabilirsiniz, orasını bilemem. Nihâyetinde “nitelikli evrim okuru” değil, ideo-evrimciler üretiyorsunuz; bunları ur gibi çoğaltıyorsunuz. Tâze yetme "evrimcilerinizin" çoğunun trajikomik vaziyette Douglas Futuyma'dan, Scott Freeman'ın biyolojik bilimlerinden, analizinden, Nesse'den, Diogo'dan, Kaas, Tinbergen'den... haberi yoktur örneğin. Ama sorsan Evrim Vardır! demek sûretiyle ya popüler masallar anlatıyor ya da kendince bir ideo-mücâdeleye girmekten geri kalmıyor. Bu oluşuma, tam mânâsıyla, ideo-evrimci terminolojisini önermekteyim. Bir ideo-evrimci, bilimci-dominant veya politik-dominant bir hâlde olabilir. Eşit de olabilir. Ama ikisinden de bağımsız olabileceğine çok sık rastlamayız zannediyorum. Hem bilimcilikten hem politik akbabacılıktan beslenen tipik bir ideo-evrimcinin zihinsel şeması, ikisinin ayrımına çok detaylı girmeden, genel hatlarıyla aşağı yukarı şöyle inşâ oluyor:

·         Kuramın akademisine katiyen hâkim değil. Jurnal tanımıyor. Paper takibi yok. Textbook eline almamış. Selektif mekanizmalara örnek ver diyorsun, aldığın yanıt “Seleksiyonlar evrimin temelidir, onlarca kaynak var” oluyor. Seleksiyonlar üzerine bu kez sen, hipotetik ya da spekülatif bir noktaya parmak basarak örnek veriyor, özel bir meselede bulguların yetersizliğinden bahsediyorsun, lâyık görülen sıfatların “Adnancı”, “evrim düşmanı İslâmcı” oluyor. Teorik bilgi noksan yani. Ayranı yok içmeye… durumu.
·         Gerçek bir vaka örneği: ideo-evrimcimiz modern insanların orijinine ve fosillerin varlığı/geçerliliğine dair skeptik tavırdaki bir insanla tartışmaya giriyor, “3,5 milyar yıllık insan fosilleri var bilmiyor musun!” diyor (akademiyle ve literatürle arası limonî, bilgi yanlışı yaptığının farkında olmayan, kötü ihtimalle bunu da önemsemeyen; ancak fosillerin insan evrimine dair önemli bulgular içerdiğinin farkında olan tipik bir tatlı su evrimcisi niteliği). “3,5 milyar yıllık insan fosilinin” ismini söyle diyorsun, “Gir internetten araştır, hiç okumuyorsunuz” diyor. “3,5 milyar yıllık insan fosili yok, o fosiller olsa olsa ilkin hücresel yapılara aittir” diyorsun, “İnsan fosillerini ret mi ediyorsun, sana göre insanlık 6000 yıllık tabi” diyor.
·         Evrimsel biyolojinin, tıbbın, sinirbilimin temel prensiplerini referansından okumuyor; sağda solda gördüğü popüler politik/felsefî dergilerden, sitelerden (bunlar da akbabalara dâhil olabilir) evrimi öğreniyor. Evrimsel kuramda ortaya atılan varsayımları, spekülatif noktaları, yetersizlikleri ve moleküler düzeyde kanıt getirilmiş bulguları ayırt edemiyor. Yazının başlığında “evrim” gördüğü anda ne referansa bakıyor ne içeriği tümüyle kritik ediyor ne de edindiği bilgiler hakkında “düşünüyor”. “Evrime” kutsal kitaba, geleneğe, töreye, kalıplaşıp oturmuş davranışlara, tutumlara sarılır gibi sarılıyor. Evrim, ideo-evrimcinin bünyesinde gitgide stabil bir hâl alıyor.
·         Son zamanlarda sayısı karınca gibi artan ucuz popüler bilim/evrim sitelerinde gördüğü her masalı evrimsel literatürün güvenilir, önemli bir parçası; her çalışmayı “aliyyül âlâ” zannediyor. Popüler bilim sitelerinin click-bait başlıklarının alacalığına tav olup içerikteki keşmekeşe göz yumuyor.
·         Evrimsel kuramın ismi, kendisi için evrimi savunmak için yeterli bilgi sağlıyor. “Evrim doğru, çünkü evrim var. Evrim var, çünkü evrim doğru.” Eğer bir kaynak evrime pozitif bir tavır alıyorsa o kaynağın içeriği baştan aşağı doğru, evrime şüpheci yaklaşırsa yanlıştır.
·         Evrimsel kuramın yalnızca popüler ve halka hitap edecek noktalarıyla ve kendi siyasî çehresine uygun olarak –o da yapabilirse- ilgileniyor. Sürekli meseleyi algılayışı bakımından ve metodolojik açıdan hatalı şu ve benzer soruları soruyor:
- “Penisimizin şekli neden öyle? İçinde kemik olsa evrimsel olarak daha avantajlı olmaz mıydı? Mastürbasyonun kökeni nereye gidiyor? Boşa sperm atılıyorsa evrime göre yok olması gerekmez miydi?
- “Popomuzun geniş olması evrimsel olarak avantajlı mıdır?”
- “Maymunlar da seksten bizim gibi mi zevk alıyor? Seks yapmak nasıl evrimleşmiş?”
- “Aşk evrimsel olarak nasıl açıklanır?
·         Güncel vaka örneği: Nuray Mert evrime karşı bir taraf aldıysa sadece bu nedenle bile işten çıkarılması bir zevk kaynağı olup kellesinin vurulması mubahtır diyebiliyor. Eğer ortada evrime dair yanlış bir ifade varsa, kişiler ve kurumlar arasındaki önceden iyice belirlenmiş akitlere, rızaya dayalı ilişkilere hiçbir önem bahşetmeyip gerektiğinde rıza ve akit dışı şiddet ve hak gaspı girişimlerini meşru görebiliyor. Pek bir demokratik, pek bir insancıl olan “toplumcu", "duyarlı" ideo-evrimcimiz, evrim kuramına gelecek herhangi bir eleştiriye tahammül edemiyor. Free-speech kavramını işine geldiği düzlemde, işine geldiği ölçüde kullanıyor. Kendi zihninde, daha çok kendi “ifadelerini” kapsayan bir ifade özgürlüğü konsepti çiziyor.
·         Bilimsel açıdan geçerli olduğu saptanan; ancak kendi zihinsel süreçlerine ve politik geleneğine uygun olmayan görüşleri (ırkların varlığı, ırk konseptinin kullanışlılığı, cinsiyetlerin eşitsizliği, cinsiyet rolleri, doğuştan gelen üstünlükler/eksiklikler…) mantıksal hata sergilemek suretiyle bilişsel huzursuzluk yaşayarak reddetme yoluna giriyor.


Sıkça kullanılan bir evolüsyonist itemi
Sıkça kullanılan bir evolüsyonist itemi olarak filogenetik akraba canlı


Karşılaştığım zibilyon adet nörotik vaka içerisinde bir insanı ideo-evrimciliğe yönelten koşullar nelerdir diye kendime önceleri çok sordum. Sanıyorum ki bu konu, kendini son dönemde müfredat değişikliği bahanesiyle yapılan evrim karşıtlığı ve savunusunda da ciddi bir biçimde belli etti. Bu olgudaki temel sorunun bir pure-bilim kaygısı; düşünüşün metodolojisinin de bir bilim insanı perspektifi içermediğini oldukça güçlü bir biçimde savunmaktayım. Anadolu topraklarının evrim savunusu, bir bilim savunusunun çok ötesindedir. Binâenaleyh Türkiye’de evrim savunusu hepten akademik değildir. Çoğu politik-baskın ideo-evrimci insan için –dibine kadar toplumculuğa ve köylü-cühelâ romantizmine gömülmüş- ideo-mücâdeleyi ifade eder; tam da bu nedenle akademiden uzak, bilim bilmeyen, literatürü takipsiz, jurnal okumayan, non-elit bir ideo-evrim kitlesi doğmuştur. Örneğin, lise müfredatı kapsamında evrimsel içeriklere dair yapılan değişikliğin esasında alelâde bir lise öğrencisi için önce-sonra mukâyesesi nazarında köklü-nitelikli bir değişiklik yapmadığının ayırdına varamaz; çünkü hâlihazırda böylesine bir fark yaratacak öğretim daha önce neredeyse hiç vukû bulmamıştır. "Akademide evrime saldırılıyor!" diye bağırır; lâkin Anadolu akademisinde evrimin şu ana dek zaten esamesi okunmamıştır. Seçkin bir lise okuru içinse zarardan çok fayda dâhi getirebileceğinin hiç analitiğini yapamaz. Son dönemde lisede evrimsel kuramın içerim ve konseptinin bahsinin zâhirî-nisbî azalması; elit ve bireyci okurda negatif feed-back etkisi yaratmıştır. Çünkü devlet müfredatı seçkinciyi yontar; “usule” uygun hâle getirir. Bu inhibe-bası, evrim kuramı anlatımının okullarda zayıflaması neticesinde seçkincilerde bir “inhibisyondan kurtulma etkisi” hâline dönmüştür. Toplumcu, âvâm, popülist ve ekserîyetle köycü Anadolu ideolojisinin zaaflarından biridir bu. İdeo-evrimcilik nörozu, “toplum” bazında ortaya serdiği disfonksiyonel, atavistik, gerici şekilciliğini burada da gösterir. Bireyci, seçkin, özgürlükçü, otonom okur, hâlihazırda lise zamanlarından kendini devletten bağımsız biçimde pek çok yönden entelektüel çerçevede yetiştirmekte iken; bayağılaşmış, kendini halk romantizminden kurtaramamış ve buna mukâbil devletle arasını iyi tutmaya hapsolmuş, devletle alacaklı verecekli hesabına giren minik zihinli veyahût frontal lobotomik kitleler perspektifinde hasıl olan ideo-evrimciliğin küçük hesapları yine gün yüzüne çıkmıştır. Bu insanlar dağlar devrilse devletten ilişiğini olumlu-olumsuz kesemez; çünkü sahip oldukları ideoloji bunu ona bağlı kılar. Oysaki elit okur çemberinde atı alan Üsküdar’a doğru çoktan yol almıştır. Buranın sonuç kısmında geleceğimiz nihâî nokta, ideo-evrimciliğin, başta da belirttiğim formuyla esasında toplum bazında bir akbabacılığın bir yan ürünü ve varlık sebebîyeti olmasıdır. Ekserîyetle Anadolu’nun sıradan insanıyla aynı popülist görüşleri paylaşan; ancak kaynaklara ulaşım, akademiye yer edinme gibi noktalardan birkaç tık üstte yer alan akbabaların ve devletin çarpık politikalarının kokuşmuş prodüksiyonlarından arta kalan parçalar üzerine üşüşen leşçilerin ortak bir amaç üzerine toplanmasını izlemekteyiz. Burada devlet leşçiyi, akbabayı önden kokuşmuş etle (politikasıyla) besleyen yapı iken ideo-evrimciler ise leşçinin-akbabanın arkasını toplayan benzer nütrisyonel familyadan minik leşçiklerdir. Anlayacağınız üzere özelliklerinin sadece birkaçını verdiğim ideo-evrimcilik sayrılığı, bir akbabacılığın ürünü/sebebîyeti ve akbabacılık da politik süreçlerin aksaklıklarından doğan bir utilitaryen, âvâmcı, popülist pozisyondur. Bunlar ne bilimdir ne akademidendir ne de entelektüel olgunluk ihtivâ eder. Bu ideo-evrimciliğe bahsettiğim gibi çoğu kez doğrudan devlet-temelli bir problem olmaksızın scientism de katılır; ancak bu etki, şimdilik bu yazının odağı dışındadır.

Evrim kuramına karşı çıkışlara getirilen karşı çıkışların ekserîsi, nihâyette, devlet yapılanması ve etkisi altındaki politik ilişkili görüşlere mensup akbabalardan orijin alan prosesleri ve -parsiyel olarak scientismi (bilimci baskınlarda)- barındırır. Politikçilerde “Medet ya devlet!”, bir bakıma “Medet ya sıradan ve ben idraki olmayan, benim verdiğimden başkasını okuyamayacak kapasitedeki halk!”ı içinde taşır o nedenle. Devlet, her zamanki gibi bilimsel bir kuram adına yanlış yapar. Zaten yanlışlar üzerine binâ edilmiş “devlet” mefhûmunun bizâtihî doğasıdır bu: hata yapmak. Bu ortamda her daim, devletle alacaklı verecekli ve çoğu kez “kanlı bıçaklı” akbabalar, leşçiler türer. Bunlar devlet kurumuyla habire boğuşan, kavgasız gürültüsüz bir günleri geçmeyen romantik tarafgirlerdir. Devletin/hâkim ideolojinin verdiği açığı nasıl ki ekonomik/maddî sahada kullanan kitleler söz konusu ise evrimsel kuram gibi entelektüel ve bilimsel sayılacak bir alanda da benzeri geçerli olur. Alelâde toplum, akbabalar tarafından “devletin en temel hakları, bilimi hiçe saydığı, kendilerinin bunlara erişiminin devlet tarafından kısıtlandığı ve bunlara erişimlerinin bir daha çok zor olduğu” ya da bu yorumların çevresinde önce bir güzel doldurulur. Hâlihazırda aynı ya da benzer familyadan olan toplum, devlete karşı bu kertede “hislenmektedir”. Akbabalar bu noktada devletle ilişiğini kesmez. Akbaba ve leşçilerin second-tier girişimi de esasen buradan başlar: “Devlet sizi engelliyor; ancak istenen şey bizde var!” Bu seviyeden itibaren etraf alabildiğine popülizm, âvâmcılık, bu vaka spesifiğinde bilimcilik ve evolüsyonizme boğulur: #EvrimVardır!, #EvrimEngellemez!, #YaşasınEvrim… Nihâî proseste varılan nokta, ideo-evrimci üretme noktasıdır. İdeo-evrimcinin zihin-alım gücünün bu noktada –görünürde rıza dâhilinde; ancak arka planında yolu epeydir çizilen bir formatta- ırzına geçilir.

Müfredat dedik, liseden bahsetti isek; -dileyen ve onaylayıp kullanmak isteyenler için- birkaç bilgilendirme yapalım: Khan Academy videoları, internette lise düzeyinde evrim dâhil pek çok konuda yararlanılabilecek kaliteli seriler barındırmakta. Ayrıca, evrim kuramı ve literatürü kapsamında internet üzerinden ulaşılabilecek sayısız textbook, akademik jurnal bulunuyor. Özel bir jurnal takip etmiyorsanız bile makâle arama motorları, dilediğiniz konuda open-access sayısız makâle sunuyor. Okumayı çok istediğiniz; ancak open-access olmayan bir makâleyi Sci-Hub gibi kilitlerle kolaylıkla açabiliyorsunuz. Şu anda güvenilir bilimsel bilgiye erişim, bununla birlikte teyit imkânı, tarihin doruk noktasında sayılabilir. Elit-okur, alelâde okurdan farklı olarak nereden hangi bilgiye erişebileceğini, nasıl erişebileceğini ve onu nasıl kullanabileceğini çok iyi biliyor. Yabancı dilde sayısız kaynağa ulaşabilen okur, Türkçede de internetten kaynağa ulaşmak istediğinde Türkiye’nin en nitelikli online evrim makâlelerini barındıran Evrimsel Tıp gibi bilimsel/akademik platformlara veya basılı olarak önemli evrim textbookların çevirilerine yöneliyor.

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Züppe etkisi tabanlı internet entelliği



Şimdi size oldukça ilginç bir meseleden bahsedeyim.

Sözde aşırı entelektüel elit dinsiz camianın yeni hobisi, yakın çevrelerinde artan ve popüler olan Taslaman eleştirilerine mukâbil Taslaman’ın balonunu şişirmek. Komikliklerinizi ibretle okuyorum.

Bu kontra-etki aslında sadece Taslaman özelinde değil. Yakın dönemde Şengör eleştiri ve övgülerinde de zıt-benzerini tecrübe ettik. Mekanizma tam olarak, sözde pek elitler tarafından, kendileriyle yakın olunan ancak âvâm olan kitleler arasında kimin savunusu yükselirse onu gömme veya aynı çevrede kimin eleştirisi artarsa onu şişirme şeklinde işletiliyor. Burada eleştirilerin ya da övgülerin doğruluğundan/yanlışlığından birincil olarak bahsetmiyorum. Yani, sözde aşırı elitimiz, eleştireceği varsa da çok kişi eleştirdiği, eleştiriler popüler olduğu için eleştirmiyor. Öveceği varsa da çok kişi övdüğü için övmüyor. Eleştiriler popülerken övgüyü, övgüler popülerken eleştiriyi yapıyor. 10 kişilik bir grupta 9 kişi nereye kayarsa bu diğer 1’i kendini zıt tarafa atmaya eğilim gösteriyor yani.

Şimdi işin aslına gelelim. Evet, bu esasında tam da tahmin edeceğiniz üzere bir çeşit cognitive bias. Züppe etkisi diyelim buna. Bunu bireyci nitelikleri ve esasında ortalama/sıradan olan; fakat seçkin insan gibi davranma arzusu ön plana çıkanlarda daha çok deneyimleriz. Ekonomide de karşılığı vardır. Hatta yanılmıyorsam literatüre ilk kez ekonomiden girdi, oradan hop kognitif psikolojide tanımlandı. Kabaca, ekonomik olarak orta sınıfta yer alan; ancak kendini ekonomik açıdan seçkin görmek isteyen insanların alım güçlerinin ötesinde, irrasyonel bir biçimde lükse düşkünlüğüne vurgu yapar. Pratik değeri olan ürünler yerine garip nitelikleri olan, nadir veya pahalı bir ürün alma isteği gibi. Henüz temel ihtiyaçlarını karşılamamış orta sınıftan, bazen lüks için böyle ilginç bir çaba görürüz. Seçkin insanın lükse harcamadığı parayı orta sınıfın harcadığını çoğu kez tecrübe ederiz. İşte ekonomideki bu etkinin, tam da entelektüel alandaki tezahürüdür bu durum.

Nasıl anlarız?

Bu sözde elitlerimize göre insanların entelektüeliteleri, zekâları gözlemsel olarak kolaylıkla belirlenebilir meselâ. Etiket yapıştırılabilir. Sözde elitimiz sosyal medyada paylaşılan bir yorum, metin, gün içerisinde yaşantısında anlatılan bir konu ya da ilgi alanlarından o insan hakkında hemen bir zekâ tayini yapar, çevreyi buna göre gözler. Kendince bir entelektüellik skalası (tier) oluşturur. Bu durum tıpkı ekonomik orta sınıf insanın insanları sürekli gözleyip kıyafetlerden zengin/fakir yorumu yapması gibidir. Sözde elitimiz, kendisini avel ya da âvâm gibi gösterecek davranışlardan bilhassa kaçınır. Orta sınıfın bir kısmının kendini fakir gösterecek şeyleri inanılmaz dert etmesi gibi. Örneğin, sözde elitimiz, çok başarılı ve muhtemelen çok zekî insanların davranışlarına acayip derecede kafayı takar. “Yahu bu adam şöyle başarı almış, nasıl böyle bir söz söyler?” sözde elitimizin en sık dile getirdiği laflardandır. Tıpkı, ekonomik orta sınıfın “Yahu şu adam ne kadar da zengin, oturduğu eve bak.“ lafını ettiği gibi. Yani ekonomik orta sınıfın lüks ihtiyacı da düşünsel orta sınıfın “elitlik” ihtiyacı da gün içinde kendini sürekli hissettirir. Halbuki ekserîyetle sözde entelektüel elitimizin, yani ortalama arkadaşımızın, kafaya taktığı şey, en hafif tabiriyle o başarılı ve muhtemelen gerçekten çok zekî olan has elitimizin çükünde bile değildir.

Şu Taslaman örneğini biraz açarak ilerleyelim. Yazının başında Taslaman eleştiri ve övgüsünün dinsizler arasındaki yerinden girmiştik. Kendisi bir dinsiz için bünyesinde eleştirilebilir sayısız falso barındırıyor. O nedenle Taslaman eleştirileri beklendiği gibi artarken, yine aynı grup içerisinde, olasılıkla yine eleştirileri bulunan küçük bir grup, yani sözde elit(ler)imiz, eleştirileri olmasına rağmen, bulunduğu çevreye göstereceği kognitif reaksiyon neticesinde Taslaman’ı övme ihtiyacı hissediyor. Eleştiriler civarda popüler olduğunda, kendisinin de esasında henüz demediği 9 tane eleştirisi varken, Taslaman’ın kıyıda köşede kalmış ne kadar gereksiz, ayrıntı, değinilmemiş lâkin pozitif görülebilecek özelliği varsa, adeta “İlk ben dedim, ben sizden farklı şey söyledim” diyebilmek istercesine ufak tefek detayları ön plana çıkarıyor; düşünce omurgasının en kemikli, kalın, eleştirilmesi gereken noktalarına popülerliğinden ötürü ya söz söylemiyor ya da nadir görülen bazı vakalarda da bu eleştirilere bakıp bu kez bu eleştirileri gömmeye uğraşıyor. Her türlü bu kognitif reaksiyonu gösteriyor yani. Şengör’de de tersi oldu örneğin. Dinsiz çevrede artan övgü popülerliğine istinaden yine sözde elitlerimiz arasında övülebilir niteliklerinin yanında çok değinilmemiş eleştirilebilir noktalarından Şengör gömme furyası başladı.

Bu nedir ne değildir öyleyse?

Eleştiriler ya da övgüler, doğru ya da yanlış noktalara parmak basıyor olabilir. Binâenaleyh konumuz bu değil. O nedenle bir dinsizin, dinî inanışları olan bir insanı çevresinden gelen eleştiriler popülerken övmesi ya da bir dinsizin artan övgü popüleritesi içerisinde ufak noktaları bastıra bastıra eleştirmesi, teknik açıdan sorunlu ya da hatalı prosesler barındırmak zorunda değil; ancak, bahsettiğim üzere meseleye hâkim olan ve durumu kavrayan insanlar için pek bir keyifli. Çünkü süreci esas yöneten, eleştirilen ya da övülen kişinin kendisi değil; sözde elitimizin sevimliliği. Bunda ciddi bir problem görmüyorum. Liboşluğum bu günler için var. Son dönemde türeyen bu internet entelliği garâbeti beni hiç eğlendirmiyor değil. Ancak artifisyel oldukları ya da konunun altında yatan nedenlerden en az birinin bu olduğu, kabak gibi sırıtıyor.

Aslında burada sözünü ettiğimiz kognitif etkinin dışında, başka süreçler de işin içine dâhildir. Teknik terimlere girmeden sade sade ifade edelim. İnsanlar, gruplaşma eğiliminde. Zihinsel olarak da davranışsal olarak da. Birinci etki burada: dinsizler ve dinî inancı olanlar. Her ne kadar bu iki ayrı grup birbiriyle zıt olsa da bu grupların kendi içlerindeki bireylerin arasındaki mücâdeleler daha bir nefes kesicidir. Bu etkiyi görmek için gruplararası niteliklerin zıt olması, esasında meselenin özüne doğrudan etki etmiyor. Yani dinsizler arasında deneyimlenen kognitif biasleri görebilmek için dinî inancı olan grupla aralarındaki mücâdele doğrudan önemli değil. Apaçık örneğini verdiğim üzere, Taslaman’la birlikte, dinsiz olan Şengör de bu prosese dâhil. O nedenle ikinci etki; bizâtihî kendi grubunda beliriyor. Örneğin, mobilya sektöründeki firmaların kendi aralarında en iyi olma mücadelesine girip kendilerini yemek sektöründeki bir firmayla bir yarışma içerisinde görmemesi gibi. Mobilya sektöründen bir firma, yemek sektöründen bir firmanın kendisinden daha fazla kazanmasını sıklıkla dert etmez. Ama mobilya sektöründen başka firmalar çok ufak miktarlarda bile kazanmaya başladığında bunu kendisi için bir tehdit olarak görür. Veya yine bu mobilya sektöründe iyice popüler olup ayağa düşen bir ürün tasarımını göz önünde bulunduralım. En azından bir firmanın bu popüler ürün tasarımının dışına çıkıp, bunları bir şekilde değersizleştirip bunlar yerine farklı bir ürün koyma girişimini tecrübe edebiliriz. Bu zıt davranış da aynı sözde elitimizin davranışı gibi az sıklıkta izlenir. Malî ve ekonomik alanlarda bunlara benzer mücâdeleler, kendini bir kognitif bias olarak düşünsel süreçlerde de belirli oranlarda gösteriyor. Dinsizler arasındaki sözde elitlerimiz de, kendini o grupta zıtta çekiyor. Birnevî grup içi mücâdele hamlesi.


Velhasıl Taslaman da Şengör de mobilyalar da bu meselenin piyonu. Tüm bu meselelerin özü, kendi grubunda en iyi olmak, ön plana çıkmak; farklı bir grupta olmadığı için de o grupla kendini böyle bir sürecin içinde görmemektir. Grup içi mücâdelede de sözünü ettiğimiz ilk kognitif bias deneyimlenir. İstediği başarıya, farklılığa, “elitliğe” ulaşamadığını hissedemeyen sözde elitimiz, buna mukâbil sıklıkla hırs dolar, kendi grubundan diğer insanları hazmedemez; süreci daha da komikleştirir. Tıpkı spinal şokta alt reflekslerin şiddetlenerek geri dönmesi gibi sekteye uğrayan zihinsel süreçleri, sözde elitimizde kognitif biasleri daha da belirgin kılarak kendisini daha da sevimli bir sürece sürükler. QED

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Online Sidik Uzmanlığı ve Olgunlaşamayan Tartışmalar Hakkında

Şu 20 Temmuz günü gerçekleşen “Büyük Düello” Taslaman-Sifil tartışması sonrasında özellikle deve idrarı konusunda internette acayip derecede kanserli yorumlar dolanmaya başladı. Teker teker gruplara girip, search yapıp hem Facebook'tan hem Twitter'dan anahtar kelimelerle yorumlara bakıyorum. Sadece Sifil savunucularından değil, Taslaman destekçilerinden de yalan yanlış fanatik sözler havada uçuşuyor. Hayret ettim. Sözde 40 yıllık sidik uzmanı gibi davrananı mı ararsınız, yoksa bir günde tıptan icâzetini alıp insanlara idrar içimi/içmeme konusunda tıbbî önerilerde bulunup sözümona pek bir bildiği "modern tıp" hakkında sallayan mı... Muhtemelen taraftar olunca konu tıbbî mesele olsun olmasın, yargıda bulunmak kolaylaşıyor. O yüzden bugün daha çok bu “online sidik uzmanlığından” ve biraz da genel birkaç meseleden (tartışmalardaki üslûblar, karakteristikler…) bahsedelim.


Ben bu meşhur deve idrarı içimi hadisiyle yanılmıyorsam 2010 senesi civarlarında hadis kitapları okurken ciddi olarak karşılaşmış; ancak üzerine kritik etmemiştim. Sonrasında, deve idrarı içimi üzerine yaklaşık 3 sene önce tıp fakültesinde Ehli Sünnet geleneğinden benden yaşça biraz büyük bir arkadaşımla bir sohbet etmiş, ilgili hadis konusundaki fikirlerini sormuştum. İlk önce hadisin sahih olup olmadığı konusunda fikri bulunmadığını söyledi. Ben sahih olduğuna dair düşünceleri sununca hadise birlikte kaynağından bakmış, sonra da hadis hakkında bir müddet sohbet etmiştik. Şu hâliyle ilgili hadisin mevcûdîyetinin tıbbî bir meseleye hâiz olması sebebiyle hadisteki “idrar içimi ve sağlığa kavuşmanın” tıbben nasıl değerlendirilmesi gerektiğine doğrudan bir kanaat getiremedik. Kendisi, son derece absürt görünen bu “deve idrarı içimi” meselesini daha çok bir hikmet, ardında yatan bir nedenle aramaya meyilli iken ben konuyu hâlihazırda savunduğum görüşler çerçevesinde pek de büyütmemiş, onca yanlış dinî yorum ve uygulamadan herhangi biri olarak görmüştüm. Konu onun için ne durumdadır bilmiyorum ama benim için her ne kadar dinî hava içerisinde olmasa da tıbbî bir eylem olarak deve idrarı kullanımı bir merak unsuru olarak yerini korudu. Aralıklarla konuyu araştırmaya devam ettim.

Matür ve elit bir tartışmanın filizlenememesinde tartışmacılara düşen rol hakkında: Taslaman (ve biraz da Sifil) örneği

Taslaman-Sifil tartışması öncesinde muhtelif lokasyonlarda bu konu çokça tartışılmasına rağmen bu tartışma sonrası “sidik uzmanları” tarafından sosyal medya adeta yeniden ateşe verildi. Deve idrarının özellikle deve sütüyle birlikte kullanımına dair hadis geleneğinden gelenlerin savunularıyla birlikte hadislere ciddi şekilde eleştirel yaklaşıp dinî referans olarak Kur’an’ı ön plana çıkaran Taslaman savunucusu kitle arasında güya pek bir “bilimsel” dönen tartışmayı izlemek bana açıkçası ilk başlarda keyif vermemişti. Başlarda keyif vermeyen sosyal medya atışmaları, deve idrarı üzerine kanseröz ve yanlış bilgilendirmelerin artmasıyla yerini kognitif zorlanmalara bıraktı. Belki de bunu, söylediği çoğu ifadeyi içine hafif agresyon ve tahrik katarak sunan Taslaman’ın ve hâlihazırda neredeyse çağdaşı olduğu bilimle ipleri koparmış bir durumda programa çıkmış olan Sifil’in kendilerinden başlayarak değerlendirmek daha yararlı olur.

Entelektüel bir tartışmanın olmazsa olmazlarından, ciddi bilimsel/tıbbî kritikler barındıran bir tartışmanın gerekliliklerinden, masaya sidik koyup “İçebiliyorsa içsin” demek. Böylelikle meselenin ağır düşünsel ve bilimsel kritik gerektiren tarafından bir nebze kurtuluyor, seyirciden tartışma adına daha kolay “pozitif point” topluyorsunuz.

Taslaman’ı aşağı yukarı 2010 senesinden beri bilir, bünyesinde “Taslamanist” şeklinde nick alacak kadar ileri giden fanatikler barındıran takipçilerini ise 2012-2013 döneminden beri internette görürüm. Yıllardır, konuşulan konulardan haberdar kalmak için diğer bazı felsefeci, düşünür ya da dinî araştırmacıyı da olduğu gibi tartışmalarının çoğunu ya canlı ya da sonradan video ile seyrederim. Kitaplarındaki iddiaları araştırırım. Taslaman, kendisini özellikle son birkaç yıldır artan frekanslarla medya odaklarında gösteriyor. Bu durum nedensiz değil. Kendisi, değindiği konular itibariyle oldukça önemli problemlere parmak basmakla ve o alanlarda ciddi bir farkındalık yaratmakla birlikte tartışmalarda takındığı tutum, üst seviye bir tartışmanın havasına uymayan limbik-beyin düzeyi emosyonel davranışları ve pek çok yerde başvurduğu mantık hatalarıyla geçerli ve kabul edebilir bir tartışmanın entelektüel yanına hiçbir zaman ne hitâp etti ne de bunun için tartışma esnasında somut bir girişimde bulundu; çoğu kez tartışmada oluşan duygusal dalgalanmalardan, girdaplardan, karambolden tartışmanın sağlığını hiçe sayarak istifâde etti. Âvâm ve konu üzerinde ciddi entelektüel birikime sahip olmayan seyirci üzerinde bıraktığı olumlu, alengirli lâkin boş izlenim, kendisinin medya üzerindeki albenisini artırmakla birlikte, popülerliğinin artmasının yanı sıra bu durum, kendisini davet eden medyanın da hassas duygularını okşuyordu. Bilineceği üzere tartışmaların çoğu kez teknik, ağır veya bilimsel üslûpla, tarafların “doğrular üzerinde uzlaşması” veya konunun emosyonel ve agresif tepkiler yerine yoğun düşünsel içerikli, argümantatif ve stabil bir biçimde seyretmesi çoğu kez ilkesel olarak istenmez. Sanıyorum ki Taslaman’ın medyadaki ivmesine etki eden en önemli unsur da buradan orijin alıyor. Taslaman, entelektüel derinliğini artıramadığı müddetçe bundan sonra da medyada daha çok yer bulacak, âvâmdan takdirleri daha çok toplayacaktır. Geldiğimiz noktada yıllardan beri kendisinin düşüncelerinde mantıkî, argümantatif tartışma ve entelektüelite söz konusu olduğunda elle tutulur bir gelişme yaşanmaması da yıldan yıla sayısı artan ama düşünsel kalitesi artmayan kitaplarından, savunduğu fikirlerin ekserîyetle alelâdeliğinden, sıklıkla kendisine gelen reaksiyonlara yanıt verirken beliren bir türlü olgunlaşamamış, tartışmayı sekteye uğratan üslûbundan, meydan okumalarındaki akılla bağdaşmayan “dünya karşıma gelsin cengâverliğinden”, vuruşkanlığından ve hemen her tartışmasında fikirsel içerikleri yerine yaşadığı emosyonel atışmalarla yorganın altından çizgi filmlerde Süpermen izleyen çocukların takındığı tavır gibi bir tarafgirlikle anlaşılmaktan öteye bir türlü gidemeyen, okumuş-öğrenmiş elit insana neredeyse nüfûz edemeyen içeriklerinden, dahası en temel ateolojik, agnostik ve seküler argümanlara veya Kur’an’a-İslâm’a yaklaşım tarzı olarak tarihselciliğe bile verdiği yanıtlarda ciddi başarı sağlayamayıp -kendi adıma söylemem gerekirse- bağlı bulunduğu dinin hem bilimsel hem de mantıksal açıdan en zayıf hattına tekâbül eden geleneksel Ehli Sünnet anlayışının artık tarihsel olarak kökleşmiş, kökleştikçe verdiği açıklar kabak gibi ortaya çıkmış dogmatik savunularına –birkaç gün önce yaşanan tartışmada örneğini gördüğümüz üzere- yeterince başarılı bir kritik getirememiş olmasından anlayabiliriz. Her ne kadar bu tür hâdiselerde mind-reading’ten olabildiğince uzak kalmaya çalışsam da kısa bir süreliğine kendimde bu hakkı mahfûz görüyorum: Kur’an savunuculuğu üzerine ya da Kur’an’ı kabul etmeyen görüşlere karşı olarak yıllarca çalışıp tesirli/olağanüstü hiçbir argüman üretememiş olmak, ilgili konularda yeryüzünde ileri okumalar yapan kontra seçkin araştırmacılar tarafından bir ihtimâl dilediği ölçüde önemsenememek, kabul görmemek ya da didinmesine rağmen ahlâkî, bilimsel ve sosyal açılardan elit ve kaliteli seküler/dinsiz nüfusun hem Türkiye’de hem de yeryüzünde parlayıp yükselişini izlemek zorunda kalmak; tüm bu prosesler ışığında, kendisinde TV programlarında düşünsel çatışmalara mukâbil masaya sidik vurmaya dek giden devinimleri advers etki formatında getiriyor veyahût programlarını izleyenlerin tanışık olacağı diğer birtakım duygulanımlarını tetikliyor olabilir. Ucuz yazılarda salık vermek benim harcım olmasa da İslâmî ekolde neredeyse bir tane bile yaşayan önemli bir entelektüel görememek beni de farklı düşüncelere sevk ediyor.

Taslaman’ın deve idrarının içimi hususundaki hadise getirdiği eleştirilerin bilimsel mânâda ayrıntılı incelemesini bu yazıya almak istemedim. Aynı şekilde Sifil’in iddialarını da. Öte yandan, Taslaman ve Sifil destekçileri birlik olup bu konuda şu an internette kanser saçmakla meşgûl. Onlara önümüzdeki günlerde deve idrarının bilimsel ve tarihsel literatürdeki yerine dair yaptığım taramalarda yer vermek istiyorum. O nedenle şu idrar mevzûundaki akıl almaz yorumlara bir izân, hiç olmadı izah getirmeliyiz. Burada daha çok online sidik uzmanlığının doğuşunu simgeleyen çok önemli bir “entelektüel” gelişmeden bahsediyor ve ancak Taslaman ya da ona benzer bir çarpık tartışma ekolünün temsilcilerinden görebileceğimiz derecede yüksek kalitede düşünsel davranış modeli olan canlı yayına sidik getirip masaya koyup iç deme modelini kastediyorum.

Ebubekir Sifil ise medyadan çok âşina olmadığım, sıklıkla Ehli Sünnet görüşleri çerçevesinde fikirleriyle tanınan, ilâhiyatta hadis üzerine çalışan bir akademisyen. Sifil, kabul edelim ki, İslâmî düşünce ağacının sözgelimi bilim ve mantık tabanında en zayıf dalını teşkil eden, zahirî bir geçerliliği olsa da çağcıl insanın kabul buyurmayacağı bir geleneğin, irrasyonalizmin, bilim takipsizliğinin, hukuk ve adalet yabancılığının temsilcisi olmaya koşar adım yürümüş gibi duruyor. Sifil, o nedenledir ki, bu tartışmanın birnevî “kolay lokması” idi. Tüm bunlara rağmen, Sifil, ilgili tartışmada logical fallacy’den, biaslerden, Taslamanvârî hislenmeler ve çıkışmalardan hiç de geri durmasa da yanlış olduğunu izlenimlediğimiz fikirlerini –kendi içinde- daha tutarlı, formal savundu. İlâhiyat araştırmaları merkezli tartışmadaki teknik konulara hâkimiyeti ve bilgisi ön plana çıktı. Elmaya armut deme veyahût “modern bilim” lafzını kullanarak elmayı armut yapmaya kalkışma işinde sanılanın aksine dinî hüküm vermede hadisleri kabul eden (ve ayrîyeten bir miktar da tarihselci) kitleler pek bir başarısız görünmekte; bu işi daha çok evrenselci Kur’ancılar üstlenmektedir. Şahsî kanaatim, zırvalıkları kabul etmenin, var olan zırvalığı modern tıp, modern bilim, hukuk, mantık, akıl, adâlet gibi çağcıl ilişkili kavramları mundar etmek sûretiyle inkâr etmekten daha erdemli olduğudur.

“Modern tıp” kavramını piç etmek

Bunu esasında yıllardır temelinde ya sidik uğruna modern tıbbı baltalamak ya da geleneksel dindeki sidiği reddedeceğim diye modern tıbbın arkasına sığınmak, kırk takla atmak, iki büklüm dönmek, nadir görülen bazı caselerde de idrarın moleküler patoloji ve farma düzeyinde potansiyel terapötik niteliklerine dair birtakım bulguları yok ederek “modern tıp” kavramını kullanıp “modern tıp” adına yalan söylemek şeklinde vukû bulduğunu görüyoruz. Gerçekte ise idrar kullanımı, üroterapi ya da ürofaji oldukça tarihsel, İslâm’dan dâhi eski, geleneksel veya alternatif tıp yöntemleri arasında yerini almış, son birkaç dekatta da çağdaş medikal araştırmalar içerisinde potansiyel yararlarına dair bulguları artan; buna rağmen Evidence-Based Medicine dediğimiz yaklaşımla temel araştırmalardan kliniğe dek katı bir kritiğe tâbi tutulduğuna henüz tümüyle terapötik icâzetini alamamış öğeleri olan bir mevkîdedir. Geçmişte de yaygın bir kullanımı olduğu gibi son dönemde de özellikle bazı hayvanlardan ve insandan alınanların kullanıma dair bir popülerlik söz konusudur. Gelecekle nasıl bir yolu olur, göreceğiz. Şu koşulda idrarın doğal komponentleri dışından kaynaklanabilecek pek çok mikrobiyolojik proses de dâhil olmak üzere idrarın yeri sağlamlaşmadığı müddetçe sokaktaki bilgisiz insanın rastgele kullanımına müsait değildir. Binâenaleyh Kur’an’da belirtilen alternatif tıbba yakın birtakım metotlara veya doğrudan bilimce geçerli olduğuna dair kesinkes veri bulunmayan, günümüzde savunulduğunda oldukça komik, mizahî nitelikler barındıracak bir hâle düşen uygulamalara karşı şaşmaz bir yönelimle “biat” eden bazı evrenselciler, Kur’an’ın dışında yer alan idrar kullanımı gibi konseptlere karşı her nasılsa aniden bir skeptik, modern bilimci, Western tıpçısı kesilmektedirler. Son birkaç gündür de değişen pek bir şey olmadı. Baş sidik uzmanı, “online sidik uzmanlığına” rol model olmuş Taslaman ile kitleler önünde deve idrarını sıradan bir insana “şifa” olarak yutturmaya çalışan ve bilgisiz insanların hayatıyla oynayabilecek bir zincirleme reaksiyona insanları sürükleyen, mürted bahsi gibi diğer yorumlarına da bakılırsa mortaliteyle arası pek bir hoş olan Sifil’in aşırı kaliteli sidik tartışmasının etkileri sosyal medyada kendilerini göstererek “modern tıbbı” refere eden online sidik uzmanlarının oluşmasına zemin hazırladı. İlkin, bir mürit rolüne yaklaşık bir konumda seyreden, ekserîsi genç, bilimle “az öteden biraz da şuradan” haşır neşir olmuş yeni Kur’ancı nesli temsîlen Taslaman savunucusu kitlelerin sahih olduğunda mutâbık kalınan deve idrarı içerimli bir hadise bakışında, tutarlı olmaları gerektiğinde birkaç yol vardır. Bunlar, kabaca ilgili hadisin Kur’an’da bir referansının olmaması ve uygulanmasına aklî/bilimsel engeller bulunup bulunmamasına göre biçimlenir. Böyle bir şahsîyet, ilgili hadisi ya Kur’an’da refere bulamadığından ya aklî/bilimsel süzgeçle temellendiremediğinden ya da dinî referans olarak kendisi onaylamasa da neredeyse a priori olarak kabul ettiği kutsal kitabının içerisinde görmediğinden dinî bir referans, zorunluluk olarak görmez. En münasip şartlarda sahih olduğu belirtilen hadise tarihsel olarak uyumlu görünse bile “uydurma” der, bunun temellendirilmesini genellikle veremez, topu bilime atar, peygamberini de böylelikle dinsiz kitlelerinin saldırılarına karşı kendince korumaya alır. Zannımca hem Kur’an hem hadis incelemelerinde tarihselcilik ve hermeneutike karşı alınan tavrın bir orijini de buradan gelmektedir. Nitekim evrenselciler tarafından sidikle mundar edilen “modern tıp” mefhûmunun aldığı hâli pek çok kez, farklı sûretlerde deneyimledim. Pek çokları, hadiste yer alan deve idrarı içimi ve “şifa” iddialarına karşı, ilkin sudan çıkmış balık gibi bakıyordu. İdrar içimi savunusunun gelmesini takiben önemli bir kısmı bilhassa internetten harıl harıl idrar araştırmalarına koyuldu. Amaç idrarın tıbbiyedeki ve tarihteki yeri nedir ne değildirini hakkıyla, esaslı olarak öğrenmek değil; işlerine geldiği kadar sözde “tıbbî” bilgiyi kısmen ortaya döküp hadisin geçersizliğini veya uydurma olduğunu kanıtlamaya çalışmak. Öyle de oldu; Taslaman savunucularından idrara dair elle tutulur hiçbir önemli kritik, yazı, geniş review, meta-analiz göremedim. En başarılı görünen kritiklerin yazarlarının bile kendi görüşlerine paralel bulduğu bulguları derleyip toplayıp bağlı bulunduğu düşünceyi kurtaracak nitelikte sandığı bir araya getirilmiş bilgilerden bir toplama yaptığını gördüm. Kendilerine uymayan bulgulara şaşırtıcı olmayan biçimde neredeyse hiç değinmemişler, üstünü kapatıyorlar. Bunun aksi yöndeki tarafgirlerin tutumu da çok farklı değil. Düne kadar konu üzerine zırcahil olanlar, bugün deve idrarının savunusuna yanıt verebilmek veya sidik savunusu için kırk takla atmaya, olduğu yerde dönmeye başlamış, daha beyazları çekmeyip eline tüp değmeden tıbbiyeden bir günde icâzet alıp önemli ölçüde klinik mikrobiyoloji, patoloji ve dâhiliye bilgisi gerektiren bir meselede adeta bir tıbbî fetva meclisi kurmuş, gelene geçene danışmanlık görevi üstlenmiş. Şaşılası olduğu kadar acınası görünüyor.


El ele kanser yayıyoruz pozu


Yiyin birbirinizi mi diyelim illâki?

Mesele, nitekim özünde basit idrar hâdisesinden daha geniştir. Konu, modern tıp depreşimi, doğrunun namusunu kurtarma mücâdelesi değildir. Siz de fark edersiniz ki, hangi taraf olursa olsun, hepsinin sığındığı çağcıl olsun olmasın nosyonlar birbirine benzer; ancak kutupları farklıdır. Tüm bunlar hâsıl olurken kimse peygamber, kitap övgüsünü dilinden düşürmez. Birbirlerini bağlı bulundukları dinin tanrısını işin içine katarak suçlarlar. Çünkü bu tartışma en nihâyetinde doğruyu, bilimi, aklı, mantığı, dürüstlüğü, adâleti değil; çıtkırıldım pozisyondaki inancını müdâfaa gayreti, gâyesidir. Bilime veya doğrulara göre düşünceye yön verme değil, inanca bilimi kılıflandırma savaşımıdır. Gerçekten de bir tartışmayı aklıselim bir nihâyete erdiremeyecek olan, tarafgirliğe yakın seyreden inançlar, kognitif biasler, ontojenide edinilen ve hatta nesillerden orijinli ailevî kanaatler, anânelerdir. Son tahlilde boğuşkan bir tavırla birbirini yiyen bu kitleleri fildişi kulemde seyretmek belki de evlâdır. Birbirini yanlış ve hatalı olmakla suçlayan tarafların tek doğru söyledikleri bana kalırsa budur. Velhasıl benim açımdan deve idrarı konusunda hiçbir sıkıntı yoktur; zîrâ muamelem sidiğe iman ve sidiği inkâr düzleminden epey bir uzak seyretmekte olup hezeyanları uğruna mundar etmekte oldukları modern tıbbın kendisiyledir.



15 Şubat 2017 Çarşamba

Küresel barış ve terörizm endekslerinde Türkiye


Türkiye Küresel Barış Endeksi ölçümlerinde 2016 yılı itibariyle ölçüme dâhil edilen 163 ülke arasından 145. sırada. Ölçümlerin ilk yapıldığı 2007 yılından bu yana Türkiye'nin sıralaması yaklaşık 50 sıra gerilemiş. Son 10 yılda Türkiye'de şiddet ve kaos tırmanmış ve Türkiye huzur ve barış ortamı açısından Mısır, Hindistan, Meksika, Çad, Kenya gibi geri ülkelerin de gerisine düşmüş. En başarılı ve huzur tashih edilmiş ülkeler İzlanda, Danimarka, Avusturya, Yeni Zelanda ve Portekiz. En kötü ülkeler Suriye, Irak, Afganistan vs. Türkiye'nin skoru bu geri ülkelere yakın. Avrupa ülkeleri standartlarıyla değerlendirildiğinde ise Ukrayna ile birlikte açık ara en kötü (devam eden Ukrayna krizi). Listenin son sırasındaki bu ülkeler aynı zamanda Küresel Terörizm Endeksinde ilk sırada. Türkiye, Küresel Terörizm Endeksinde ilk sıraları oynuyor, 2016 yılı itibariyle 14. sırada. Yıllar içerisinde giderek yukarı tırmanmış, önündeki ülkeler Suriye, Irak, Nijerya, Afganistan'ı... yakalamaya ramak kalmış. Bu listede Türkiye'nin önündeki tek Avrupa ülkesi Ukrayna (Donbass savaşı). Terörizm Endeksinde ilk 30'da Fransa'yı da dâhil ettiğimizda başka Avrupa ülkesi bulunmuyor.

Küresel Barış Endeksi Nedir?

Avustralya’da kurulan Ekonomi ve Barış Enstitüsünün yıl içerisinde çeşitli kuruluşlarla anlaşarak uluslararası uzmanların aktif katılımlarıyla belirlenen kıstaslar bakımından yeryüzü ülkelerinin barışçıl konumunu nesnel ve sayısal olarak ölçmeye dayalı bir sistemdir. Bu ölçüme göre, ölçüme dâhil olan ülkeler belirli açılardan uluslararası ölçütlere göre incelenir ve incelenen yıla dair sayısal bir değere ulaşılır. Elde edilen sayısal endekse göre ülkeler listelenir. Bu şekilde ilk liste, 2007 yılında yayımlanmış olup o yıldan bu yana listeler güncellenmektedir.

Barış ve Ekonomi Enstitüsü logosu
Küresel Terörizm Endeksi Nedir?

Ülkelerde meydana gelen terörist aktivitelerin sayısı, etkisi ve yoğunluğuna göre ülkeleri sistematik ve nicel ölçütlerle listeleyen bir sistemdir. Yine Ekonomi ve Barış Enstitüsünün bir çalışması olup enstitü tarafından dünya çapındaki terör vakaları her yıl listelerin güncellenmesi için detaylı olarak analiz edilmektedir.

Küresel Barış Endeksi ve Küresel Terörizm Endeksinin prensipleri, çalışma şekli ve detaylı bilgiler için kaynaklar kısmındaki bağlantıları ziyaret edebilirsiniz.

Kaynaklar ve İleri Okumalar

1.      Küresel Terörizm Endeksi 2016 yılı verileri ve detaylı analizler: http://economicsandpeace.org/wp-content/uploads/2016/11/Global-Terrorism-Index-2016.2.pdf
2.      Küresel Barış Endeksi 2016 yılı verileri ve detaylı analizler: http://economicsandpeace.org/wp-content/uploads/2016/06/GPI-2016-Report_2.pdf
3.      Ekonomi ve Barış Enstitüsü resmî web sitesi: http://economicsandpeace.org/